İhanet ettim!
ÇOK UZAKLARDA BİR YER
Tarih:
08.03.2019
Sevgili kardeşim merhaba,
Sana bu mektubu her gün
on binlerce çekik gözlünün ırzına geçer gibi içinden geçtiği bir caddenin,
beton binaların arasına kasten sıkıştırılmış birkaç ağacın olduğu parkta kaleme
alıyorum. Bugün seni bir piç gibi ortada bırakalı tam 8 ay oldu. Ve ben ilk
defa sana hitap etme cesaretini kendimde buldum. Özlemimle dolu mektubumun,
seni üzeceğini ve bilhassa kıracağını adım kadar emin olarak göndereceğimin de
farkındayım. Yazacağım her bir kelimeyi yüzüne karşı söylemeyi ne kadar çok
istediğimi anlatamam. Lakin bunu yapabileceğime inanmak, beni affedebileceğini
düşünmek kadar da saçma…
Sevgili kardeşim, her
şey ben İstanbul’dan döndüğüm anda başladı. Feribottan indikten sonra beni
karşılamış ve Mudanya’nın o muhteşem iyot kokan deniz havasını ciğerlerimiz
patlarcasına içimize çekmiştik. İşte o anda kasvetli bir dünyadan çıkış yolunun
var olabildiğine inandım. O günün akşamında şehrin keşmekeşine uzak kalmış
tarihi sahil kasabası olan Tirilye’de balığımızı yiyip rakımızı içerken
edebiyatın o muhteşem dünyasına tekrar ama son kez geri dönmüştüm. O günü
hatırladıkça, gözlerimin önüne gelir yüzün, burnumun direklerini sızlatır
lodosun getirdiği yosun ve anason kokusu.
O gün sana sadece
kalbimde hasret, aklımda şiirlerim ve çantamda kitaplarımla değil, tüm
pisliğimle gelmiştim. Sana verdiğim yarım hapı hatırlıyor musun? İşte ilk
içtiğin uyuşturucu oydu! Okul kapılarında henüz bir kızın elini bile tutmamış
çocuklara verdiğimiz, tekrar tekrar istesinler diye yapmadığımızı
bırakmadığımız, cebimizi doldurmak için minicik bedenleri zehrimizi akıttığımız
o pisliğin içine seni de çekmiştim işte… Sen gözlerimin önünde erirken ben seni
özlüyordum kardeşim. En çok da insanların algılarıyla alay etmeyi özlüyordum.
Hatırlar mısın, hani
bir dizi sayesinde beş Kızık köyünden sadece biri olan Cumalıkızık köyünün
nasıl da CumalıKAZIK’a dönüştüğünü anlatmaya çalışmıştık hiç tanımadığımız,
turistlere… Hatta Derekızık, Hamamlıkızık, Fidyekızık ve Değirmenlikızık
köylerinden bahsettiğimiz de nasıl da ağızları açık kalmışlardı gariplerin.
Şimdi Cumalıkızık UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne de girdi. Artık orası daha da
bir CumalıKAZIK… Ya Yeşil Camii’ne ne demeli? Turistler gündüz vakti Yeşil
Camii’ni hayranlıkla gezerken 10 dakikalık mesafede esrar satıldığını
bilselerdi ne derlerdi acaba! Tophaneye
çıkan merdivenlerin kuytu köşelerinde liseli aşıkların sevişmeleri, surların
içerisinde harabeye dönmüş tarihi binalardaki yanık izleri, restore ediyoruz
diyerek tarihi yok etmelerini izlemek…
İzlerken de kahkahalarla gülmek. İşte bunları çok özlüyorum kardeşim.
Biliyor musun burada
hiç kar yağmıyor. Ama aynı zamanda güneş de açmıyor… Muhteşem Ulu’luğu ile
Keşiş dağını özlüyorum be kardeşim. Teleferikle çıkmak için 15 kere otobüse
binmiş kadar bilet ücreti verirdik. Neyse ki yabancı turist değilmişiz yoksa
tam 45 kere otobüse binmiş kadar ücret vermek zorunda kalırdık karda yürümek
için. Öyle kendi kızağımızla falan da kayamazdık, mutlaka oradan kiralamak
zorundaydık. Sırf bu yüzden kayak yapmayı öğrenmiştik kızak kazık gibi girmesin
diye… Sonra tabi orada da yolumuzu bulmuştuk. Oteller bölgesi adeta
velinimetimiz olmuştu. Görükle’de üniversite öğrencilerinden bir ayda
kazanacağımız parayı orada 2-3 günde kazanır olmuştuk. Beyaz cennete beyaz
zehri sokarak.
En çok müzeleri
gezmekten zevk alırdım ama... Gezmediğimiz müze kalmış mıydı hatırlayamıyorum.
İznik’e gidene kadar tüm müzelere tam günümüzü ayırmıştık. Adeta yaşayarak ve
her anın tadını çıkararak. Lakin İznik yaşayan bir tarihti adeta, asfaltla
kaplanmış yolların altı tam bir antik şehir… Mozaikler, çiniler, binlerce
yıllık kalıntılar. Özellikle çıkarılmayı bekliyor gibi. Fakat birileri
unutturmak istiyormuşçasına kapamış üzerlerini. Gün geceye döndüğünde ise kazma
küreklerle bozuluyordu karanlığın sessizliği. Amaç neydi, tarih aşkıyla yanıp
tutuşanların tarihi kurtarması mı? Hayır tabii ki. Bir hiç uğruna milletin
hafızasını satabilmek. Alıcıları da hazır olacak ki, neredeyse herkesin tek
geçim kaynağı bu olmuş. Bu kadar kötülüğü, kalbimin tüm karanlıklarına rağmen
ben bile yapamazdım kardeşim.
Ne şehrimiz ihaneti hak
etti ne de sen!
Gölyazı’da yazdığımız
şiirler gibi olsaydı keşke hayatımız. Gölün üzerinden güneşin batışını
izledikten sonra karanlığa boğulan su gibi karardı benim de yüreğim. Hep gün
doğumunu bekledim ama olmadı. Ama şimdi bir ışık belirmeye başladı. Sen
öldüğünden beri ilk kez. Yavuzselim’de kanlar içerisinde seni bırakıp kaçtıktan
sonra ilk defa bir umut… Güneşin doğuşunu görebilmek için ne binlerce kilometre
yürümek, ne de dayanamayıp dağları denizleri bir martı gibi saatler içerisinde
aşmak hissettirmişti bu umut ışığını kalbimde. 8 aydır ilk defa kelimelerin
kasten döküldüğü bu kağıttan çıkan bir ışık dolduruyor içimi. Beni
affedebilecek misin kardeşim?
Gönderen: Kardeşin,
Alıcı Adresi:
Bursa Kent Mezarlığı!
Yorumlar
Yorum Gönder