Hırsız kim?

Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde 4 bölüm var. Halkla İlişkiler, Reklamcılık, Radyo Televizyon ve Sinema ile Gazetecilik bölümleri…

Ben bunların Radyo Televizyon ve Sinema bölümünden mezun oldum.

Bu dört bölüm de birbirine geçmiş halka gibidir. Her bölüm öğrencileri diğer bölümün derslerini de görür…

Televizyonda yapım yardımcılığı, muhabir ve editör, sinemada ise prodüksiyon asistanlığı yaptım. Ve sonunda kendimi yapmayı en çok istediğim gazetecilik mesleğinde buluverdim.

Şimdi, bu bölümlerin derslerine girmeyenler bilemez, basın etiği (gazetecilik etiği) dersi görürsünüz, temel hukuk ve iletişim hukuku görürsünüz bu derslerde…

Nasıl doğru haber yapılır, topluma doğru bilgi nasıl verilir, yaptığınız haberlerden insanlar nasıl zarar görmez… Bunların hepsini ince ince tartışırız.

Tek bir amacımız vardır: Ahlak (!)

***

Bir zamanlar Türkiye’de basın 4. egemen güç idi. Tabi kuvvetler ayrılığı bittiği için basın da artık o egemen gücünü bitirdi…

Ne kaldı geriye?

Tehdit ve şantaj yoluyla birilerinden para koparmaya çalışan ‘gazeteci’ maskesi takmış kişiler. Mesleğin şerefini zedeliyorlar.

Şimdi şöyle bir tabir vardır: Veririz parasını istemediğimizi yazmazlar…

İşte biz buna satılık kalem diyoruz.

Bu örnekleri uzattıkça uzatırım. Ama sözün özü şu; bir gazeteci sadece topluma karşı sorumlu olmalıdır. Bu sorumluluk duygusunda hareket etmelidir. Yani yaptığın haberin bir başkasına zarar verip vermeyeceğini düşünmelidir. Meslek ahlakı bunu gerektirir…

**

Şimdi anlatacağım hikaye yaşanmış bir olaydan esinlenilmiştir. Hikayede geçen kişileri korumak adına bu yola başvurmayı seçtim… Dikkatli okuyun sonunda bir soru sizi bekliyor olacak…

**

2020 yılının sonlarına doğru elime bir video geçti. O zamanlar işsiz olsam da bu videoyu görünce gazetecilik dürtülerim beni harekete geçirdi ve videonun peşine düştüm. Videoda iki çocuk zincir marketlerden birinden boyundan büyük televizyonu kaldırmış götürüyorlardı.

Televizyon o kadar büyüktü ki, taşımakta zorlanıyorlardı. Neden bu çocuklar taşıyor, anne babaları yok mu diye soracak oldum ki… Ne yazık ki çocukların televizyonu çalmaya çalıştıklarını fark ettim. O kadar soğukkanlılıkla bu işi yapıyorlardı ki sanki kendi mallarıymış gibi…

Video orada bitiyordu… Sonradan öğrendiğime göre; çocukların bu televizyonu çalmaya çalışmasını bir kasiyer fark ediyor ve hemen çocukların televizyonu bırakmasını sağlıyor.

Aslında kasiyer bir kahraman oluyor…

Peki sonra ne oldu dersiniz?

İşsiz olmama rağmen bunun haberini hazırladım, videoyu arkadaşlara gönderdim. Çalışanların dikkatinden bahsettim… Çocukların zarar görmemesinden bahsettim…

E sonra?

Gönderdiğim arkadaş bu videoyu yayınladı, haber yayınlandı… Sonra birden silindi.

Nasıl yani ne oldu diye düşünüyordum ki… Sonuç ortaya çıktı.

Biri benim haberimi almıştı… Almasına aldı ama benden almadı, bana bilgi verilmedi… Kullanabilir miyim diye sorulmadı…

Tabi ki haberin peşine düştüm.

Haber gönderdiğim arkadaş tarafından siteye girildikten sonra sitenin sahibi, bu haberi bir haber ajansına satmış (!)

Evet, satmış…

Videoyu izleyen ajans editörü ise kendi kafasına göre haber üretmiş…

Mesela çalışanların dikkatiyle hırsızlığın önlendiğini yazmamış da, çocukların televizyonu çalıp gittiğini yazmış. Polisin tahkikat başlattığını yazmış –ki, polise haber bile verilmemiş, polis olayı gazetelerden öğreniyor.

Peki ya sonuç?

O market çalışanlarının hepsi zan altında kaldı. Belki de bir daha böyle bir durum olduğunda kimse sesini bile çıkarmayacak…

**

Şimdi soru şu:

Burada hırsız kim?

İki çocuk mu, ben miyim, yolladığım haberi benden habersiz ajansa satan mı, sadece videoya bakıp yazı yazan editör mü?

**

İşte gazetecilik etiğini ve iletişim hukukunu bilmek burada devreye giriyor.


Bu yazı 26.12.2021 Tarihinde YeniDönem Gazetesi'nde yayınlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bir küçük incir meselesi vardı!

Mudanya Belediyesi'nin hiç mi suçu yok?

Çatısız evleri dönüştürün!